top of page

Yaşam Kullanma Klavuzu*

  • Yazarın fotoğrafı: Hüseyin Yılmaz
    Hüseyin Yılmaz
  • 11 Oca
  • 3 dakikada okunur
 										'Ah, kimselerin vakti yok
										Durup ince şeyleri anlamaya'
												Nilgün MARMARA


Bugün, zamanın her an hızla geçiyormuş hissi, insanın varoluşunu neredeyse bir yarışa dönüştürüyor. Geçmişle geleceğin arasında sıkışan "şimdi", belirsizliğin ve huzursuzluğun bir yansıması gibi hissediliyor. Her şeyin daha hızlı, daha fazla ve daha çabuk olmasına dair toplumun dayattığı baskı, insanı sürekli bir koşuşturma içine sokuyor. Bu koşuşturmanın içinde, çoğu zaman kendimizi ne geçmişin içinde ne de geleceğin vadettiği umutlarda bulabiliyoruz. Zamanı yakalama çabası, bizi sürekli bir “başlangıç” noktasına yönlendiriyor, ancak her başlangıç yeni bir son isteğinin ve daha fazla soru işaretinin habercisi oluyor. Tıpkı zamanın akışını değiştirmeye çalışırken kaybolan anlar gibi, bizler de hızla akan bu süreçte bir anlam arayışı içinde savruluyoruz.

·        

Eşik; bütün savrulmaların arasında kahramanın güvenilir olandan tekinsiz olana geçtiği, maceranın başladığı yer diye tanımlanır. Kendi bünyesinde potansiyel gibi görünen fakat oldukça yoğun bir enerji barındırır. Olmuş olanla olacak olanı bağlayan boşluk gibi görünen zaman aralıkları bu yönüyle fazlasıyla eşiği andırırlar. Sadece bekleme olanağı sunmaz o aralıklar insana. Bir yandan da düzenleme ve yapılandırma anlamı vardır. Aralıkları kaldırırsak olaylar yönsüz, amaçsız ve ham bir halde dağınık şekilde durur.

·        

Günümüz dünyası, telaş çağı. Huzursuz bir bacak gibi yerinde duramayan bir çılgın hiperkinezi dönemi içindeyiz. Yavaş olan kaybeder, atı alan Üsküdar’ı geçer. Trafik, toplu taşıma, sokaklar ve hayat birbirinin üzerine basmak pahasına koşuşturan insanlar kaynıyor. Herkes bir şeylerden kaçar gibi, bir yerlere yetişme bir şeyleri yetiştirme telaşıyla oradan oraya savruluyor. Ve tüm yaşam sistemi bunu destekler nitelikte, en basitinden durmadan titreyen telefonumuz bağırıyor, acele et sepetinde ki ürün tükenmek üzere! Kimisi kısa ömrüne çok şey sığdırmak istediğinden kimisiyse birçok alanla doğan etkileşimin onu daha yetkin birisi kılacağından dolayı acele bir hayat sürüyor. Fakat çoğu kez değişmeyen kanı şudur ki, tüm bu insanlar zamanın hızlı oluşundan bahsediyor.

·        

  Zaman doğrusal bir yolda, başlangıç ve bitişin döngüsünde ilerler. Aslında açılan bir parantezle başlayan döngü kapanan bir parantezle zaman halini almış olur. Geçmişten aldığımız kültür, geleceğe yönelik verdiğimiz vaat, söz, sadakat… Hepsi bir çapasıdır zamanın, fırtınalarda limana bağlı kalıp savrulmaması için. Günümüz çağı bütün gücüyle bize bir geç kalmışlığı çağrıştırıyorken, ne bir kimse yetişebiliyor düşüncesinde ki menzile ne de kenarda huzur içinde bekleyebiliyor. Yörüngesini kaybetmiş atom parçacıkları gibi durmadan savrularak hareket ediyoruz. Bu savrulmalar var olan telaşı artırıp ruha huzursuzluk veriyor. Bu kez insan geleceğe dair ümidini, geçmişten aldığı mirası bir kenara bırakıp şimdinin içini oymaya başlıyor. İstediği şey bütün aralıkları yok edip her şeyin aynı anda şimdiyi oluşturması. Bu şekilde ki sonsuz başlangıç olasılıklarıyla şimdiyi daraltıyor. Daralmadan kurtulacak gerilime sahip olamayan bunca başlangıçla yüklü şimdi de zamanın bendini yırtıyor ve yönsüz bir şekilde ileri fırlamasına sebep oluyor. Zamanın hızlandığını hissettiren ve huzursuz eden gerçek tam olarak budur.

Her başlangıcı huzura kavuşturacak şey vaat edilmiş bir bitiştir. Fakat son zamanlarda artık bitişler konusunda oldukça kabiliyetsiz. Birçok pencere açılmış bir bilgisayar ekranından farksız siteler arasında sörf yapıyor gibi geçiyoruz şimdiyi oluşturan zaman noktalarından. Böyle olunca da ne herhangi bir şeyimizde bir bitişe varabiliyoruz ne de mevcut şeylerimizde sağlam bir ilerleyiş yaşıyoruz. Ansızın; ardımızda nihayete ermemiş sonsuz başlangıç çukurları, birçok şey yarımken ölüyoruz, daha doğrusu zamansız bir yok oluş yaşıyoruz.

·                     

         Biliyorum zamanla olan kavgamız hiçbir zaman bitmeyecek. Fakat dünya durmuyor dönüyor ve zaman kendi deresinde kendi hızıyla çağlayarak ilerliyor. Ne babamın aldığı o yeşil bisiklet var şimdi elimde ne annemin ördüğü o yelek. Cahit Sıtkı Tarancı’nın anlattığı Affan dede de yok artık avcuna para sayıp satacak bize çocukluğumuzu. Sevdiğimiz, saydığımız, ellerinden öptüğümüz birçok insan toprağa sırlı artık. Geçmişte üzüldüğümüz, gözyaşı döktüğümüz sorunlar şimdi hatırlanınca tebessüme sebep. Galiba büyüyoruz. Zamanı yakalama telaşıyla yaşamanın hikâyesini unutuyoruz çoğunlukla. Zaman hiçbir anında yetişemeyeceğimiz sadece peşinde kendi hikâyemizi aramamız gereken bir yol, o da bir yere kadar. O yer gelinceye dek her tuşa basmak yerine kendi içimizde ki mekanizmayı onarmamız lazım. Bir hikâyesi varsa yolun elbette ki yürüyerek bulunacak. Fakat bulunan şeylerin süzgeçten geçebilmesi için, heybeye konup eklemlenebilmesi için biraz da haklarında düşünülmesi gerek.


Eşiklerden atlamak kolay tabi ama ya kapı? Kapılar değil mi ki eşikte bekleyene açılan, açılacaksa eğer. O yüzden zamanın yırtılan perdesinde sağlam kalmak için belki biraz yavaşlamalı, eylemler kadar onların zeminini dolduracak anlamlar aramalıyız. Hayatın karmaşasında durmayı, nefes almayı ve kendimizi dinlemeyi öğrenmek zorundayız. İnsanı insan yapan en temel özelliklerden biri düşünme yetisidir. Ama hız bizi bundan uzaklaştırıyor. Artık düşünmek yerine hareket etmeyi, hissetmek yerine tüketmeyi tercih eder hale geldik. Oysa bir an durup düşünmek, sadece kendimize değil, etrafımıza da bir anlam katmamız için bir fırsattır. Belki böylece şehirlerin, algoritmaların esiri olmadan, kendimizi bularak vaadimizi tamamlayabiliriz.

                                              

 
 
 

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.
Yazı: Blog2 Post
bottom of page